Zaman kalbimde taşınan bir şeydir
Yabancı, ufka eli değen
Bir kabuktaki ince çizgiler gibi, zaman
Ama işte sora sora
yolunu öğrendim ben denizlerin
Deniz ki yavaşlığımın itibarıdır
doğruyla hatırladığım
Bu benim sırrım, siz ölünüz
Sanat ve edebiyat, tarih boyunca egemen güçlerin huzurunu bozan, onları sarsan kutsal alanlar olmuştur. Bu yaratıcı evrenler, toplumsal eleştiriyi teşvik eder, egemen ideolojilere cesurca meydan okur. Ortaçağ’da sanat ve edebiyatın üstündeki baskılar, din adamlarının fetvalarıyla keskinleşmiş, sansürün gölgesi uzanmıştır. Bu baskıların günümüze kadar sürdüğü, Türkiye’deki örneklerle somut bir şekilde görülmektedir. İlhan Sami Çomak’ın yaşadığı haksız tutukluluk ve işkenceler, sanatın egemen sistemler tarafından tehdit olarak algılandığını ve bu tehditlerin nasıl cezalandırıldığını açıkça gösterir.
İlhan Sami Çomak, 8 Mart 1973’te Bingöl’ün Karlıova ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Bingöl’de tamamladıktan sonra, 1992’de İstanbul Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü'ne adım attı. Ancak 1994’te gözaltına alındı ve 30 yıl cezaevine mahkûm edildi. Çomak, Türkçe ve Kürtçe şiirlerin sözcüsü oldu ve Türkiye’nin sanat ve edebiyat arenasında önemli bir figür olarak parladı. Uzun yıllar cezaevinde kalmasına rağmen, sanat ve edebiyat üretkenliğini sürdürdü. Çomak’ın yaşamı, haksız yere mahkûmiyet süreciyle derinden etkilenmiştir.
2016’da "Gönderen: İlhan Sami Çomak" adlı belgeselle tanıtılan Çomak, birçok ödül kazandı. Ödülleri arasında 2019’da Sennur Sezer Emek-Direniş Şiir ve Öykü Ödülü, 2022’de Metin Altıok Ödülü ve Norveç Kültür Bakanlığı İfade Özgürlüğü ve Halkevleri Özel Ödülü bulunmaktadır. Eserleri İngilizce, Norveççe, Rusça, Almanca ve Galce gibi dillere çevrilmiştir. Çomak’ın yaşamı, Kürt kimliğinin inkârına karşı verilen direnişin estetik bir ifadesi olarak değerlendirilmelidir.
Çomak’ın haksız yere mahkûm edilmesi, yalnızca kişisel özgürlüğünü değil, sanatını da derinden etkilemiştir. 30 yıl süren mahkûmiyet süreci sona ermesine rağmen, tahliyesi çeşitli gerekçelerle sürekli ertelenmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM), Türkiye’nin adil yargılanma hakkını ihlal ettiğine hükmetmiştir. Ancak Türkiye iç hukuk süreci bu kararları uygulamamış ve dikkate almamıştır. En son olarak tahliyesi üç ay daha ertelenmiştir. Bu durum, Çomak’ın adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ve iktidarların sanatçılara karşı tutumlarının bir yansıması olduğunu gösterir. Çomak’ın mahkûmiyet süreci, sadece kişisel bir trajedi değil, aynı zamanda sanat ve iktidar çelişkisini de yansıtmaktadır. Türkiye’de sanatçılar sıklıkla iktidarların baskılarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Çomak’ın durumu, bu baskıların en uç noktalarından birini temsil etmektedir. Mehmet Uzun’un “Esaret de yıkılmışlıktır, esir insanın dili kilitli, elleri zincirlidir, ne anlatabilir, ne de ahvalini yazabilir.” diyordu. Ancak Çomak esaret altında ahvalini çok vurucu bir şekilde yazdı, anlattı ve duvarları parçaladı.
Çomak’ın cezaevinde sanatını sürdürmesi, ifade özgürlüğünün önemini güçlü bir şekilde vurguluyor. Eserleri, adalet arayışının ve özgürlük mücadelesinin estetik bir ifadesi niteliğinde. Bu durum, sanatın toplumsal eleştiri ve değişim süreçlerindeki rolünü vurguluyor. Çomak, gönderdiği bir mesajda “Yaşanan bu adaletsizliğe, hukuksuzluğa karşı çıkan her sesin, her sözün kötülüğe karşı iyiliğin dirençli sesi olduğunu gördüm; buna çok anlam veriyorum ve selamlıyorum.” diyerek direnişini ve isyanını dile getiriyor.
Sanatçılar ve entelektüeller, Türkiye’de egemen sistemler tarafından sık sık baskı ve sansüre maruz kalmıştır. Ahmet Kaya, Yılmaz Güney, Hrant Dink, Sabahattin Ali, Musa Anter, Grup Yorum ve Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) sanatçıları, bu durumun örnekleridir.
Ahmet Kaya, Kürt kimliğini ve toplumsal sorunları şarkılarında işlemiş, bu nedenle 1999’da yoğun baskılara maruz kalmış ve Fransa’ya sürgün gitmek zorunda kalmıştır. Yılmaz Güney, toplumcu gerçekçi sinemasıyla tanınmış, eserleri ve siyasi görüşleri nedeniyle sansüre ve cezaevine girme gibi zorluklarla karşılaşmıştır. Hrant Dink, azınlık hakları ve ifade özgürlüğü konularında önemli çalışmalar yapmış ve 2007’de suikasta uğramıştır. Sabahattin Ali, toplumsal eleştiriyi eserlerinde işlemiş ve 1948’de öldürülmüştür. Musa Anter, Kürt kültürü ve kimliği üzerine yazılar yazmış, 1992’de suikaste uğramıştır. Grup Yorum, toplumsal ve siyasi konuları şarkılarında ele almış ve konserleri yasaklanmıştır. MKM sanatçıları ise Kürt kültürünü korumaya yönelik çalışmaları nedeniyle sık sık baskılara maruz kalmış, çeşitli işkencelere uğramış ve birçok üyesi sürgünde yaşamaktadır. Yılmaz Güney’in dediği gibi “Uzaktan sevmek var ya! Bir mahkumun demir parmaklıklar arkasından bakması gibidir.”
Türkiye’de yaşanan bu durum, dünyanın birçok otoriter sistemi tarafından sanatçılara, edebiyatçılara, aydın ve entelektüellere karşı uygulanmıştır. Sonuç olarak, bu baskıların coğrafyası veya toprakları yoktur. Sorunun kaynağı her zaman güç temsilcilerinden kaynaklanır.
Sanat ve edebiyat, egemen sistemler tarafından tehdit olarak görülür çünkü bu alanlar alternatif bakış açıları sunarak toplumsal eleştiriyi teşvik eder. Bu nedenle, egemen güçler sanat ve edebiyatı sansürleyerek kontrol altına almaya çalışır, böylece bu alanların özgür ifade işlevi kısıtlanır.
Kürt kültürü ve sanatı, uzun yıllardır çeşitli yasal ve kültürel engellere maruz kalmıştır. Kürt dili, eğitim ve medyada kısıtlanmış, resmi belgelerde ve devlet dairelerinde yasaklanmıştır; bu da Kürtçe eserlerin yazılmasını ve yayılmasını zorlaştırmıştır. Kürt müziği ve geleneksel performans sanatları da kültürel ve politik nedenlerle hedef alınmış, konserler ve performanslar sık sık yasaklanmıştır. Kürt edebiyatı da sansür ve baskılarla karşılaşmış, yazarlar ve şairler eserlerini yayımlamada zorluk yaşamış ve bir çok eser yasaklanmış, dava açılmış, toplatılmıştır. Ayrıca, Kürt kültürüne dair etkinlikler, festivaller ve kültürel merkezler yasal engellerle karşılaşmış, büyük çoğunluğu kapatılmıştır. Bu durumlar, Kürt kültürünün toplumsal ve kamusal alanda görünürlüğünü azaltmış ve kültürel çeşitliliği tehdit etmiştir. Burada iki temel olgu hedeflenmiştir. Birincisi bu kültürün asimile edilip yok edilmesi, bunun taşıyıcılarının derdest edilerek sahipsiz kalması sağlanmaya çalışılmıştır.
Pir Sultan Abdal, 16. yüzyılın sonlarında yaşamış bir halk şairi ve Bektaşi dervişidir. Sosyal adaletsizliklere karşı şiirlerinde cesurca durduğu için Osmanlı yönetimi tarafından idam edilmiştir. Pir Sultan Abdal’ın mirası, sanatın ve edebiyatın toplumsal eleştiri işlevinin sembollerinden biridir.
Bu miras, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta yaşanan trajik olayla bir kez daha gündeme gelmiştir. Sivas Madımak Oteli’nde gerçekleştirilen saldırıda, Pir Sultan Abdal’ın ve benzer direnişçi sanatçıların temsil ettiği değerlere yönelik bir baskı ve zulüm ortaya konmuştur. Bu saldırıda çok sayıda aydın, sanatçı ve yazar yaşamını yitirmiştir. Sivas Katliamı, sanat ve düşünce özgürlüğüne karşı yapılan zulmün bir örneği olarak hafızalarda kalmış ve Pir Sultan Abdal'ın mirasının korunması gerektiğine dair güçlü bir hatırlatıcı olmuştur.
Sanat ve edebiyat, direnişin güçlü araçlarıdır. Baskılar karşısında sanatçılar, toplumsal sorunları ve insan hakları ihlallerini dile getirir ve toplumsal değişim ve direnişin öncüsü olur. İlhan Sami Çomak’ın mücadelesi, sanatın ve edebiyatın egemen sistemlere karşı nasıl bir güç haline gelebileceğini gösterir. Çomak’ın şiirleri ve yazıları, adalet ve özgürlük arayışında önemli bir ses oluşturur ve sanatın toplumsal değişim sürecindeki rolünü vurgular.
Egemen sistemlerin sanat ve edebiyata karşı tutumları, bu alanların toplumsal ve ideolojik tehditlerle ilişkili olduğunu gösterir. İlhan Sami Çomak’ın yaşamı ve eserleri, bu dinamikleri dili olur. Kürt kültürü ve sanatı üzerindeki engeller, bu kültürel mirasın nasıl baskı altında tutulduğunu ve bu baskıların toplumsal etkilerini ortaya koyar. Türkiye ve dünya genelindeki sanatçılara yönelik baskılar, sanatın ve edebiyatın egemen sistemler tarafından nasıl tehdit olarak algılandığını ve bu tehdidin nasıl bastırıldığını gösterir. Çomak’ın cezaevi süreci, anti-demokratik uygulamalar, adaletsizlikler ve uluslararası hukukun eksiklikleri, adaletin sağlanması konusundaki ciddi sorunları vurgular. Sanat ve edebiyatın direnişle olan ilişkisi, bu alanların toplumsal değişim ve adalet arayışındaki rolünü önemli bir şekilde vurgular.
Kaynak: İlham Sami Çomak biyografisi İletişim Yayınlarından alıntılanmıştır.